HAKKIN KULLANILMASI (TCK 26)
-
Kavram ve Hukuki Niteliği
Bazı haklar, devletin yetkili organları vasıtasıyla (örneğin icra dairesi aracılığıyla alacak tahsili gibi) dolaylı biçimde kullanılırken, bazıları da doğrudan hak sahibinin kendisi tarafından kullanılabilmektedir. Türk Ceza Kanunu’nun 24. maddesi, doğrudan kullanılabilen kişisel hakların, başkalarının kişilik haklarını zedeleseler bile, hukuka aykırı sayılmayabileceğini düzenlemiştir. Bu doğrultuda, hakkın kullanılması bir hukuka uygunluk nedeni olarak değerlendirilmektedir. Eski Türk Ceza Kanunu olan 765 sayılı kanunda bu husus açıkça yer almasa da, farklı yasal düzenlemeler ışığında hakkın kullanılması hukuka uygun kabul edilmekteydi.
TCK’nın 26/1. maddesi, hakkın kullanılmasını genel bir hukuka uygunluk nedeni olarak belirlemiştir. Bu nedenle, hem TCK kapsamında hem de özel kanunlardaki suç tiplerinde bu hükmün uygulanması mümkündür. Ancak bazı suç türleri bakımından, hakkın kullanılmasına dair hukuka uygunluk sebepleri ayrıca ve özel olarak düzenlenmiştir. Örneğin; hakaret suçuna ilişkin 127. madde isnadın ispatı ilkesine, 128. madde iddia ve savunma dokunulmazlığına, 218. madde kamu barışına karşı işlenen suçlarda eleştiri ve haber verme hakkına, 301. madde ise eleştiri hakkına özel hukuka uygunluk nedenleri getirmiştir. Bu gibi durumlarda, sadece özel hükmün uygulanması söz konusu olup, genel düzenleme olan 26. maddeye başvurulamaz.
Bu çerçevede, hukuka uygun kabul edilen başlıca haklar arasında; düşünceyi açıklama ve eleştiri hakkı, iddia ve savunma hakkı, şikayet ve ihbar hakkı, meslek icra etme özgürlüğü, zilyetliği koruma yetkisi ve sportif faaliyetlerde bulunma hakkı gibi durumlar sayılabilir.
-
Hakkın Kullanılmasının Hukuka Uygunluk Sayılabilmesi İçin Gerekli Koşullar
Kişisel bir hakkın kullanımıyla ortaya çıkan fiilin hukuka uygun sayılabilmesi için bazı temel koşulların varlığı aranır. Bu koşullar gerçekleşmediği sürece, hakkın icrası iddiası tek başına fiili meşrulaştırmaz. Şartlar oluştuğunda ise, yapılan eylem hukuk düzenince korunur ve suç teşkil etmez.
a- Meşru Bir Hakkın Varlığı:
Her şeyden önce, fiili gerçekleştiren kişinin, hukuk düzeni tarafından tanınan ve himaye edilen bir hakka sahip olması gerekir. Bu hak, bireyin iradesiyle kullanılabilir nitelikte olmalıdır. Bu noktada dikkat edilmesi gereken, “hak” kavramının, kamu görevlilerince yerine getirilen görev veya yetkiyle karıştırılmamasıdır. Çünkü görev ya da yetki, kişisel tercihe bağlı olmayan, kamusal sorumluluk içeren durumları ifade eder. Bu tür hakların kaynakları oldukça çeşitlidir; örneğin, kamu hukuku kapsamında şikayet hakkı, düşünce açıklama özgürlüğü veya bir mesleğin icrası gibi haklar sayılabilir. Özel hukukta ise mülkiyet hakkı, tasarruf yetkisi ya da rehinli malın satışı gibi haklara rastlanır. Ayrıca, bir yargı kararıyla tespit edilmiş haklar ya da idari işlemler sonucunda doğmuş yetkiler de bu kapsama dahil olabilir.
b- Hakkın Bireysel Olarak Kullanılabilir Olması:
Hukuka uygunluk gerekçesi yalnızca, doğrudan kişinin kendisi tarafından icra edilebilen haklar bakımından söz konusu olabilir. Eğer ilgili hak, yalnızca resmi bir makam aracılığıyla kullanılabiliyorsa ve kişi bu yetkiyi aşarak kendi başına harekete geçerse, bu durum hukuka uygunluk savunmasına olanak vermez. Örneğin, alacaklı bir kişinin, borçludan tahsilat için icra müdürlüğüne başvurmak yerine bizzat borçlunun işyerine gidip zorla para almaya kalkışması, TCK’nın 150. maddesi kapsamında cebir suçu teşkil eder. Buna karşın, kişinin bizzat kullanabildiği haklar söz konusu olduğunda –örneğin zilyetliğini koruma amacıyla zor kullanması, mesleğini serbestçe icra etmesi veya fikirlerini açıklaması gibi– bu hakların kullanımı sırasında başkalarının hak alanı etkilenmiş olsa dahi, fiil hukuka aykırı olarak nitelendirilemez.
c- Hakkın Kullanımında Sınırların Aşılmaması
Bir hakkın kullanımı hukuka uygunluk teşkil etmesi için, o hakkın tanındığı yasal çerçeve içerisinde kalınması ve kullanımın amacına uygun gerçekleştirilmesi zorunludur. Başka bir ifadeyle, hakkın kötüye kullanılmaması gerekir. Hakkın kötüye kullanılması, kişinin sahip olduğu yetkiyi, onun esas amacı dışında, bilinçli biçimde ve suistimal niteliğinde bir davranışla uygulamasını ifade eder.
Örneğin, şikayet hakkı hukuk düzeni tarafından korunur ve kural olarak hukuka uygunluk nedeni sayılır. Ancak bir kişi, gerçekte suç işlemediğini bildiği halde bir başkası hakkında adli soruşturma başlatılmasını sağlamak amacıyla o kişiye somut bir fiil isnat ederse, bu durum iftira suçu kapsamında değerlendirilir ve cezai sorumluluk doğurur.
Benzer şekilde, bir kişi malvarlığı üzerindeki tasarruf hakkını kullanarak, örneğin tarlasındaki bir kayaya aracını kasıtlı olarak çarparak hurdaya çevirebilir; bu eylem özel alanda kaldığı sürece suç teşkil etmez. Ancak aynı kişi, kamusal bir alan olan karayolunda benzer şekilde aracını hızla sürerek yol kenarındaki engellere çarparsa, bu durum kamu güvenliğini tehlikeye düşürdüğü gerekçesiyle Türk Ceza Kanunu’nun 179/2. maddesi kapsamında cezalandırılabilir.
Hakkin Kullanılmasının Kapsamı
A- İddiada Bulunma ve Savunma Dokunulmazlığı Hakki
Anayasası’nın 36. maddesi, “hak arama hürriyeti” başlığı altında, bireylere yargı mercileri önünde yasal yollarla iddiada bulunma ve savunma yapma hakkı tanındığını açıkça ortaya koymaktadır. Ayrıca, 74. maddede düzenlenen dilekçe hakkı da bu kapsamda, iddiada bulunma özgürlüğünün dayanaklarından biridir.
5237 sayılı TCK128. maddesi, özellikle hakaret suçları açısından iddia ve savunma hakkını özel bir hukuka uygunluk nedeni olarak düzenlemiştir. “Yargı mercileri veya idari makamlar nezdinde yapılan yazılı veya sözlü başvuru, iddia ve savunma kapsamında kişiler hakkında somut isnatlarda ya da olumsuz değerlendirmelerde bulunulması halinde ceza verilmez. Ancak bu muafiyetin geçerli olması için söz konusu isnat ve değerlendirmelerin gerçeğe dayanması ve uyuşmazlıkla bağlantılı olması gerekir.”
Öte yandan, bu hukuka uygunluk sebebi yalnızca somut olaylara dayanan isnatlarla sınırlı değildir. Kişiler hakkında olumsuz değerlendirmelerde bulunmak da, belirli şartlar altında aynı kapsamda değerlendirilmelidir. Ancak, gerek somut vakıaya dayanan isnatlar gerekse yapılan olumsuz değerlendirmeler, mutlaka gerçeğe dayalı olmalı ve doğruluğu kanıtlanabilir nitelikte bulunmalıdır.Aksi halde, yapılan beyanların, hakaret ya da iftira suçlarının sınırına girmesi mümkündür.
TCK’nın 128. maddesi, özellikle hakaret suçu bakımından özel bir hukuka uygunluk gerekçesi niteliği taşımaktadır. Ancak burada dikkat edilmesi gereken bir ayrım bulunmaktadır: Söz konusu eylem eğer hakaret dışında kalan başka bir suç tipine giriyorsa —örneğin iftira suçu gibi— bu durumda yalnızca 128. maddeye dayanmak yeterli olmayacaktır. Böyle durumlarda, Anayasa tarafından güvence altına alınmış olan iddia ve savunma hakkı, TCK’nın 26/1. maddesinde yer alan genel hukuka uygunluk ilkesi çerçevesinde değerlendirilmelidir. Bu yaklaşım doğrultusunda, hakaret dışında kalan fiiller için özel hüküm yerine, doğrudan 26. maddeye başvurulması daha isabetli olacaktır.
B- İhbar ve Şikâyet Hakkı
İhbar veya şikâyette bulunan kişinin, ileri sürdüğü olayları ispat etme yükümlülüğü bulunmamaktadır. Zira bu görev ve yetki, konuyu değerlendirecek olan idari ya da yargısal mercilere aittir. Ne var ki, ihbar hakkını kullanırken bile bile gerçekle bağdaşmayan olguları bir kişiye atfeden kimse, iftira suçunu işlemiş sayılır. Bu bağlamda, ihbar ya da şikâyette yer alan isnatların gerçeği yansıtmaması tek başına iftira suçunu oluşturmaz. İftira suçunun oluşabilmesi için, kişinin isnat ettiği olayın gerçek dışı olduğunu bilerek bu beyanı ileri sürmesi ve bu durumun da somut biçimde ortaya konması gerekmektedir.
Özetle, şikâyet hakkının kullanımı sırasında başkalarına yönelik olumsuz nitelendirmeler yapılmış olsa bile, bu durum yalnızca gerçek dışı beyanın kötü niyetli şekilde dile getirilmesi hâlinde cezai sorumluluk doğurur. Aksi hâlde, kişisel gözlem ve kanaatlerini dile getiren birey, sadece isnat ettiği olayın doğruluğunu ispatlayamadı diye cezai yaptırımla karşılaşmaz.
C- Eğitim Hakkı
Eğitim hakkı kapsamında, gerek ebeveynler gerekse eğitimciler ve yöneticiler, bu çerçevede değerlendirilen hukuka uygunluk nedeninden yararlanabilirler. TCK 232/2. maddesi, kişinin yönetimi altında bulunan bireylere meslek ya da sanat öğretme, eğitme veya yetiştirme yükümlülüğü kapsamında bir terbiye yetkisinin tanındığını hüküm altına almıştır. Bu hüküm, terbiye hakkının bir sonucu olan disiplin yetkisinin, özel bir hukuka uygunluk nedeni oluşturduğunu açıkça ortaya koymaktadır.
Ancak bu yetkinin kullanımı, salt sahip olmakla sınırsız bir serbesti anlamına gelmez. Disiplin uygulamalarının, amacı doğrultusunda, insanî ve ahlaki değerlerle uyumlu biçimde ve orantılı olarak icra edilmesi gerekmektedir. Hakkın sınırlarını aşan ya da kötüye kullanılan uygulamalar, hukuka uygunluk çerçevesi dışında kalır.
Bu yasal düzenlemeler doğrultusunda, ebeveynlerin çocuklarının gelişimini desteklemek amacıyla başvurdukları ölçülü disiplin yöntemleri, yasa kapsamında hukuka uygun sayılabilir. Ancak, bu yetkilerin çocuk üzerinde baskı kurmak, onu fiziki ya da ruhsal olarak zarara uğratmak, ya da insan onuru ve genel ahlakla bağdaşmayan yöntemlerle icra edilmesi durumunda, eylemler yasal korumadan yararlanamaz (MK m. 2/2).
Örneğin, bir annenin çocuğun itaat kavramını öğrenmesi ya da cezai sorumluluk duygusunu kazanması amacıyla, yaşına uygun şekilde birkaç saatliğine odasından çıkmasını engellemesi, hukuka uygun bir disiplin yöntemi olarak kabul edilebilir. Ancak bu disiplinin, çocuğun elini ya da kolunu bağlamak, onu havasız veya karanlık bir alana kapatmak gibi fiziki ya da psikolojik zarar doğuracak şekillerde uygulanması halinde, davranış artık hukuka aykırı sayılacaktır.
D- Zilyetliği Koruma Hakkı
TMK 981. maddesi uyarınca, zilyet, malına yönelik her türlü gasp veya saldırıyı bizzat kuvvet kullanarak bertaraf edebilir. Taşınmazlara yönelik müdahalelerde, mal sahibinin haksız işgalciyi güç kullanarak taşınmazdan çıkarması meşru kabul edilmektedir. Taşınır mallarda ise, saldırı anında ya da failin olay yerinden kaçarken yakalanması sürecinde, benzer şekilde zilyetliğin doğrudan korunması mümkündür.
Örneğin, bir dükkân sahibinin, tezgahtan mal çalıp kaçan kişiyi takip ederek yakalaması, bu esnada saldırganın kolunu bükmesi veya tokat atarak malını geri alması, ölçülü olmak kaydıyla hukuka uygunluk çerçevesinde değerlendirilir. Ancak burada dikkat edilmesi gereken en temel unsur, kullanılan gücün saldırıyı bertaraf etmeye yetecek düzeyde olması, yani orantılı davranılmasıdır. Gerekenden fazla ya da aşırı güç kullanımı, meşruiyet sınırlarının dışına çıkılması
Bununla birlikte, alınan önlemler makul sınırların ötesine geçerek saldırgana orantısız zarar veriyorsa, hukuka uygunluk gerekçesi geçerliliğini yitirir. Örneğin, bir meyve bahçesinin korunması amacıyla sivri uçlu metal çit veya tel örgü kullanılması makul kabul edilirken, aynı çitin üzerinden geçen kişiyi öldürecek düzeyde elektrik verilmesi ölçüsüzdür ve bu tür bir uygulama hukuka aykırı sayılır.
E- Düşünce, Kanaat ve İnanç Özgürlüğü
İfade ve düşünce özgürlüğü, temel insan haklarının başında gelir. Yaşam hakkı ve bireyin fiziksel bütünlüğünün korunması gibi asli haklardan hemen sonra bu özgürlük gelir. Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 25. maddesi, bireyin düşünce ve kanaatlerine sahip olma hürriyetini güvence altına alırken; 26. maddesi ise bu düşünce ve kanaatleri açıklama ve yayma hakkını korumaktadır. Ayrıca, Anayasa’nın 90. maddesi doğrultusunda iç hukukun bir parçası sayılan Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 9. ve 10. maddeleriyle, düşünce özgürlüğü yalnızca ulusal hukukla sınırlı kalmayıp uluslararası düzeyde de, sözleşmeye taraf devletlerin yargı organlarının kararlarıyla birlikte, koruma altına alınmıştır.
Düşünce Özgürlüğü: Bireylerin özgürce düşünce üretebilmeleri, ancak bilgiye ve habere erişim haklarının tanınmasıyla mümkündür. Bu kapsamda, bireyin düşüncelerini serbest biçimde açıklayabilmesi, başkalarına iletebilmesi ve sahip olduğu fikirleri nedeniyle cezalandırılmaması gibi unsurlar düşünce hürriyetinin temelini oluşturur. Düşünceyi açıklama ve yayma hakkı, yalnızca bireysel bir anlatımı değil; aynı zamanda destek kazanmak amacıyla yapılan propaganda faaliyetlerini de içine alır. Modern demokratik toplumların ve hukuk devleti ilkesinin temel taşlarından biri, hiç kuşkusuz düşünce özgürlüğüdür. Ancak bu özgürlük, sınırsız değildir. Kişinin haysiyetine, itibarı ve saygınlığına zarar veren ya da aşağılayıcı nitelikteki ifadeler ile şiddeti teşvik eden söylemler, düşünce özgürlüğü kapsamında değerlendirilmez ve hukuk tarafından korunmaz.
Kanaat Özgürlüğü: Kanaat özgürlüğü; bireyin dini, siyasi, ekonomik veya felsefi nitelikteki inanç ve görüşleri serbestçe seçebilmesi, bunları açıkça ifade edebilmesi ve bu kanaatleri nedeniyle ayrımcılığa uğramaması hakkını içerir. Anayasa’nın 26. maddesi uyarınca, herkes kanaatlerini sözlü, yazılı, görsel ya da diğer yollarla, bireysel ya da toplu olarak açıklama ve yayma serbestisine sahiptir.
İnanç hürriyeti; herhangi bir dini özgürce seçerek inanma, bu dinin gereği olan ibadet ve törenleri yapma hakkına sahiptir. İnanç hürriyeti Anayasanın 24.maddesiyle güvence altına alınmıştır. Ayrıca bu hürriyet, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 9. maddesi ile de korunmuştur. Anılan 9. madde uyarınca kişiler, tek başına veya topluca, açıkça veya özel biçimde ibadet, öğrenim, dini ödev ve törenler yoluyla dini ve inancını açığa vurma özgürlüğünü kapsamaktadır.
Eleştiri Hakkı
Eleştiri hakkı, düşünce özgürlüğünün doğal bir uzantısı olup; bir olay, durum ya da şahsa ilişkin değerlendirme içeren fikir açıklamaları yapma serbestisini kapsar. Anayasa’nın 26. maddesi çerçevesinde, eleştirel nitelikteki görüş açıklamalarının hukuka uygun olduğu kabul edilmelidir. Bununla birlikte, bu hakkın da belirli sınırlar içinde kullanılması gerektiği açıktır. Eleştirinin hukuki korumadan yararlanabilmesi için; içeriğinin doğruluğu, güncelliği, kamu yararı taşıması ve açıklama biçimi ile konu arasında makul bir bağlantının bulunması aranır.
Ayrıca, eleştiri ve yorum yapma özgürlüğü, Anayasa’nın 17/1. maddesinde düzenlenen kişinin manevi ve maddi varlığını geliştirme hakkının doğal bir uzantısı olarak da değerlendirilmektedir.
Eleştiri hakkı, çoğunlukla başkalarının davranış ya da düşüncelerine yönelik değerlendirmeler içerdiğinden, kimi zaman muhatabında rahatsızlık yaratabilir. Eleştiri doğası gereği eleştirilen kişide hoşnutsuzluk uyandırabilir. Bununla birlikte, kullanılan dilin sert olması veya kişisel kırgınlık yaratabilecek bir tarzda sunulması, eleştirinin sınırlarını aştığı anlamına gelmez. Özellikle kamuoyunu bilgilendirme görevi bulunan basın mensupları ile kamuya mal olmuş kişiler, örneğin siyasetçiler hakkında yapılan eleştirilerde, kamusal faydanın varlığı nedeniyle, eleştiri hakkının daha geniş yorumlanması gerektiği kabul edilmelidir.
Eleştiri ve yorumların, kamuoyu nezdinde makul kabul edilebilecek objektif dayanaklara dayanması, kişisel husumetten kaynaklanmaması ve özellikle basın yoluyla gerçekleştiriliyorsa kamu yararına hizmet etmesi gerekir. Ayrıca, eleştiri veya yorumun gerçek dışı bilgi ya da uydurma olaylara dayanmaması, iftira ya da hakaret boyutuna varmaması zorunludur. Bu ölçütleri karşılamayan eleştirel ya da yorum içeren ifadeler, hukuki olarak korunma niteliğini yitirir ve haksız fiil kapsamında değerlendirilir.
Bilim ve Sanat Faaliyetinde Bulunma Hakkı
Anayasa’nın 27. maddesi, “Herkes bilim ve sanatı serbestçe öğrenme, öğretme, açıklama, yayma ve bu alanlarda her türlü araştırmayı yapma hakkına sahiptir” hükmüyle bilim ve sanat özgürlüğünü güvence altına almıştır. Bilimsel çalışma yürütme, bu çalışmalar aracılığıyla bireysel gelişimi sağlama, en temel haklardan biridir. Bu bağlamda, fen, tıp, hukuk, tarih, sosyoloji, psikoloji, arkeoloji ve antropoloji gibi disiplinlerde gerçekleştirilen bilimsel araştırmalar ile bu araştırmaların sonuçlarının kamuoyuyla paylaşılması, açıklanması ve yayınlanması hukuka uygun kabul edilir. Örneğin, tarihi bir olaya veya şahsiyete dair akademik metotlarla yapılan analizlerin sonuçlarının yayımlanması da, bilimsel özgürlük kapsamında yasal koruma altındadır.
Mizah, bir kişinin davranışını nazik bir dille eleştirme amacı taşıyan, ince alaya dayanan sanatsal bir anlatım biçimidir. Bu yönüyle, düşüncenin ve sanatın ifade edilmesi kapsamında değerlendirilmeli ve Anayasa’nın 26. ve 27. maddeleri çerçevesinde koruma görmelidir. Mizah yoluyla yapılan benzetmeler ya da hicivler zaman zaman sert, sarsıcı veya çarpıcı olabilir. Ancak hukuken hakkın kullanımı olarak kabul görebilmesi için, mizahın amacının doğrudan küçümseyici ya da aşağılayıcı bir ifade içermemesi, ifadelerin orantılı olması ve kullanılan anlatımla içerik arasında düşünsel bir bağın kurulması gereklidir. Ayrıca, mizah kılıfı altında kişiyi sadece alay konusu hâline getirmeyi hedefleyen ve onu küçük düşürmeye yönelik ifadeler bu hukuki koruma kapsamında değerlendirilemez.
Spor Yapma Hakkı
Anayasa’nın 17. maddesinde düzenlenen kişiliğin korunması ve geliştirilmesi hakkı çerçevesinde, spor yapma özgürlüğünün bireyin kişisel hakkı olduğu değerlendirilebilir. Ayrıca, Anayasa’nın 59. maddesi, sporun bireylerin fiziksel ve ruhsal sağlığı açısından taşıdığı önemi dolaylı biçimde ortaya koymaktadır. Bu düzenleme doğrultusunda, devletin sporun toplum genelinde yaygınlaştırılması yönünde gerekli tedbirleri alma yükümlülüğü bulunmaktadır.
Bazı spor dallarında, rakibe yönelik fiziksel müdahale kurallar çerçevesinde kabul edilmiş bir unsur olarak yer alır. Bu bağlamda, spor esnasında meydana gelen yaralanma ve zararların hukuken suç sayılıp sayılmayacağı, eylemin izin verilen risk sınırları içinde kalıp kalmadığına, mesleğin icrası kapsamında değerlendirilip değerlendirilemeyeceğine veya mağdurun rızasının bulunup bulunmadığına göre değişmektedir.
Bir Meslek ve Sanatı İcra Hakki
- Gazetecilik Mesleğini İcra (Haber Verme ve Yorumlama Hakkı)
Kişiler, doğru ve güvenilir bilgilere ulaşamadıkları takdirde, hem kişisel gelişimlerini sürdüremez hem de sağlıklı kanaat ve düşünceler geliştiremezler. Bu bağlamda, toplumun doğru bilgiyle beslenmesini sağlayacak hukuki altyapının oluşturulması zorunludur. İşte bu noktada, basın ve yayın özgürlüğü devreye girer; zira topluma bilgi ve haber sağlama yükümlülüğünün en temel güvencesi bu özgürlüktür. Anayasa’nın 28. maddesi, Devlete haber alma hakkının temin edilmesine yönelik gerekli önlemleri alma yükümlülüğü yüklemiştir. Bireyler, resmi otoritelerden bağımsız şekilde bilgi ve habere ulaşabilmelidir. Bu da ancak basın faaliyetlerinin serbestçe yürütülmesiyle mümkün hale gelir.
Anayasa’nın 28 ila 32. maddeleri arasında basın özgürlüğü anayasal koruma altına alınmıştır. 28. maddenin birinci fıkrasında yer alan “Basın hürdür, sansür edilemez” hükmü, gazetecilerin herhangi bir kamu otoritesinin etkisinden uzak biçimde mesleklerini ifa etmelerinin anayasal güvencesidir. Ayrıca, 5187 sayılı Basın Kanunu’nun 3. maddesinde “Basın hürdür” ifadesine yer verildikten sonra, bu özgürlüğün bilgi edinme, yayma, eleştirme, yorum yapma ve eser oluşturma gibi temel hakları içerdiği açıklanmıştır. Bu doğrultuda, gazetecilik faaliyetinin, Anayasa’nın 26/1. maddesi kapsamında hakkın kullanılması sayıldığı ve hukuka uygunluk oluşturduğu kabul edilmektedir.
Haber verme özgürlüğü, gazetecilik mesleğinin hem temel haklarından biri hem de asli sorumluluklarından sayılmaktadır. Bir gazeteci, kamuoyunu bilgilendirme yükümlülüğü çerçevesinde, doğru, gerçekliğe dayanan ve güvenilir içerikleri topluma sunmakla görevlidir. Bu doğrultuda, yayımlanan içeriğin gerçekten “haber” niteliği taşıması ön koşuldur.
Haber, kamu yararı bakımından paylaşılmasında fayda görülen, toplumsal ilgiyi uyandırabilecek nitelikte, güncel ve doğruluğu teyit edilmiş bilgi olarak tanımlanabilir. Dolayısıyla, haber verme hakkının hukuka uygun sayılabilmesi için bazı şartların sağlanmış olması gerekir: içeriğin gerçek olması, güncelliğini koruması, paylaşılmasının kamu yararına hizmet etmesi ve haberin sunum biçimiyle içeriği arasında mantıksal ve düşünsel bir bağın kurulabilmesi gereklidir. Nitekim Yargıtay da çeşitli kararlarında bu kriterlerin varlığına işaret ederek haber verme faaliyetiyle ilgili hukuka uygunluk sınırlarını ortaya koymuştur.
Bilginin yayılması, değerlendirilmesi ve yorumlanması haklarının meşru kabul edilebilmesi için, açıklamanın eleştiri ya da değer yargısı biçiminde yapılması durumunda, bu açıklamaların gerçekliğe ve güncelliğe dayanması; açıklamanın kamu yararına hizmet etmesi; ifade tarzıyla içerik arasında zihinsel bir bütünlük bulunması ve ifadelerin küçültücü nitelikte olmaması gereklidir. Toplumla paylaşılan bilginin, haber niteliği taşıyabilmesi için belirli bir kamusal fayda sağlaması zorunludur. Yalnızca okuyucu ya da izleyicinin merakını gidermeye yönelik, bilgi değeri olmayan ve toplumsal bir yarar taşımayan içerikler, kamu yararının gerçekleşmediği yayınlar arasında sayılmalıdır.
Bir haberin güncellik taşıması, yalnızca o günlerde yaşanan bir olaya ilişkin olması anlamına gelmemektedir. Esas olan, haberin halen toplumun ilgisini çekecek derecede güncelliğini koruyor olmasıdır. Bu nedenle, artık toplumsal ilgisini yitirmiş veya güncel bir gelişmeyle bağlantısı kalmamış eski olayların yeniden gündeme taşınması, haber niteliği taşıyan bir yayın olarak kabul edilmemelidir. Aynı şekilde, haberin gerçek olması da temel bir koşuldur. Gazeteci, kamuoyuna sunacağı bilginin doğruluğunu araştırmakla mükelleftir. Ancak burada ‘gerçeklik’ mutlak hakikat anlamında yorumlanmamalıdır. Haberin yayına verildiği tarihte, mevcut bilgilere göre doğru kabul edilen bir olayın sonradan yanlış olduğunun anlaşılması halinde, söz konusu yayının hukuka aykırılığı söz konusu olmaz.
Tıp Mesleğinin İcrası ve Tıbbi Müdahaleler
aa. Tıbbi Müdahale Kavramına Genel Bakış
Tıbbın temel inceleme ve müdahale alanı doğrudan insan sağlığıdır. Bu nedenle, bireyler üzerinde sağlığı koruma, iyileştirme ya da yeniden kazandırma amacına yönelik olarak yapılan uygulamalar, “tıbbi müdahale” veya “tıbbi girişim” olarak nitelendirilir. Öte yandan, doğrudan sağlık sorunlarına ilişkin olmamakla birlikte, tıbbî bilgi ve tekniklerle gerçekleştirilen bazı işlemler de bu kapsama dâhil edilmektedir. Estetik amaçlı cerrahi operasyonlar, kan bağışı uygulamaları ya da organ ve doku nakilleri bu tür müdahalelere örnek teşkil eder.
Tıbbî meslek faaliyetlerinin icrası esasen hekimler tarafından yürütülse de, bazı uygulamaların yardımcı sağlık personelince gerçekleştirilmesi de hukuk açısından mümkündür. 1219 sayılı Tababet ve Şuabatı San’atlarının Tarzı İcrasına Dair Kanun’da, diş hekimi, ebe, sünnetçi, hemşire ve hastabakıcı gibi sağlık hizmeti sunucularının belirli tıbbî işlemleri gerçekleştirebileceği veya hekimlere destek olabileceği açıkça düzenlenmiştir. Aynı yasanın 3. maddesine, 5371 sayılı Kanun’la eklenen ikinci fıkra uyarınca, acil durumlarda acil tıp teknikerleri ve teknisyenlerinin doğrudan hastaya müdahalede bulunabilmesi de hukuka uygun görülmüştür.
aaa) Tedavi Amacı Gütmeyen Tıbbî Müdahaleler:
Bireyin yaşamını ya da sağlığını tehdit eden bir durumun bulunmamasına rağmen gerçekleştirilen tıbbî uygulamalar bu kategoriye girer. Bu tür müdahalelere örnek olarak, yalnızca estetik nedenlerle yapılan cerrahi işlemler, kan bağışı ve organ ile doku nakli gösterilebilir. Burada amaç, bir hastalığı iyileştirmek ya da bir sağlık sorununu bertaraf etmek değil; farklı sosyal, psikolojik veya gönüllü motivasyonlara dayalı işlemlerdir.
bbb) Tedaviye Yönelik Tıbbî Müdahaleler:
Bireyin sağlığının korunması ya da mevcut bir hastalığın tedavi edilmesi amacıyla yapılan tüm tıbbî girişimler bu başlık altında değerlendirilir. Bu müdahaleler de kendi içerisinde ikiye ayrılarak incelenmektedir:
- Rızaya Dayanan Tıbbî Müdahaleler:
Çoğu durumda tıbbî işlemler, hastanın açık isteği ve onayı doğrultusunda gerçekleştirilir. Bilinci açık olan ve karar verme ehliyetine sahip bir bireye, hatta hayati tehlike taşıyan bir durum söz konusu olsa dahi, kendi rızası olmaksızın müdahale yapılamaz. Bu bağlamda, tıbbî girişimlerin hukuka uygunluk kazanması için en temel koşul, hastanın onayının alınmış olmasıdır. - Rızaya Dayanmayan Tıbbî Müdahaleler:
Bazı istisnai durumlarda, kişinin açık rızası olmaksızın da tıbbî müdahale yapılması zorunluluk arz edebilir. Bu durumlar iki grupta incelenebilir:
aaa) Hayatî Tehlike veya Sağlık Güvencesi Açısından Zorunlu Müdahale Gerektiren Hâller:
Eğer birey, bilinç kaybı yaşamış ya da akıl sağlığı geçici veya sürekli olarak yerinde değilse ve bu nedenle kendi adına karar verme yetisinden yoksunsa, hekimin zaman kaybetmeden tıbbî müdahalede bulunması gerekir. Örneğin, trafik kazası geçirip bilincini yitiren ya da açlık grevi sebebiyle şuurunu kaybetmiş bir kişiye acil müdahalede bulunulması bu kapsamda değerlendirilir. Bilinci açık olmasına rağmen temyiz kudreti bulunmayan bireyler için ise, tıbbî girişimin hukuka uygun olabilmesi adına, yakınlarının ya da yasal temsilcisinin onayının alınması zorunludur.
bbb) Toplum Sağlığı Açısından Zorunlu Tıbbî Müdahaleler:
Kamu sağlığının korunması ve toplum genelinde bulaşıcı hastalıkların önlenmesi amacıyla, bazı durumlarda hem hekimlerin müdahale yükümlülüğü hem de bireylerin bu müdahaleye katlanma zorunluluğu gündeme gelebilir. Ancak, bu tür yükümlülüklerin hukuka uygun sayılabilmesi için açık bir yasal düzenlemeye dayanması gereklidir. Bu çerçevede, 1593 sayılı Umumi Hıfzıssıhha Kanunu’nun 57. maddesiyle bazı bulaşıcı hastalıkların yetkili makamlara bildirilmesi zorunlu kılınmıştır. Aynı kanunun 67. maddesi ise hekimlere, bu hastaların konutlarına girerek muayene etme ve gerekli incelemelerde bulunma görevini yüklemektedir. 72. madde uyarınca da, hastaların izolasyonu sağlanmalı ve gerektiğinde serum ya da aşı gibi tedavi yöntemleri uygulanmalıdır.
Tıbbî Müdahalelerde Hukuka Uygunluk Gerekçesi
Tıp mesleğini icra eden hekimler, mesleki sorumlulukları gereği zaman zaman bireylerin vücut dokunulmazlığına müdahale edebilmekte ve bu süreçte kişisel veriler ile özel hayatın gizliliğine ilişkin bilgileri işleyebilmektedir. Ancak bu gibi sonuçlara rağmen, tıbbî müdahalelerin hukuken suç sayılmaması gerektiği genel olarak kabul görmektedir.
Türkiye’nin de taraf olduğu, 4 Nisan 1997 tarihli “Biyoloji ve Tıbbın Uygulanması Bakımından İnsan Hakları ve İnsan Haysiyetinin Korunmasına Dair Sözleşme”nin 5. maddesi, tıbbî müdahalelerin özgür iradeye ve bilgilendirilmiş onama dayanması gerektiğini hüküm altına almıştır. Bu kapsamda, hastaya müdahalenin amacı, niteliği, olası sonuçları ve yaratabileceği tehlikeler hakkında bilgi verilmesi zorunludur. Hasta Hakları Yönetmeliği’nin 31. maddesi de bu ilkeyi benimsemiş, rızanın ancak hasta ya da temsilcisinin müdahaleye ilişkin bilgiye sahip olması durumunda geçerli olacağını belirtmiştir. Bu tür bilgilendirme süreciyle alınan rıza, doktrinde “aydınlatılmış onam” ya da “aydınlatılmış rıza” olarak adlandırılmaktadır.
Hukukumuzda tıbbî müdahalelerin değerlendirilmesi, ilgili yasal düzenlemeler çerçevesinde yapılmalıdır. 1219 sayılı Tababet ve Şuabatı Sanatlarının Tarzı İcrasına Dair Kanun’un 1. maddesi, Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde tıp mesleğini icra edebilmek ve hasta tedavi edebilmek için bir Türk tıp fakültesinden diploma sahibi olunması gerektiğini hüküm altına almıştır. Aynı Kanun’un 23. maddesi, genel veya lokal anestezi altında gerçekleştirilen ciddi nitelikteki tıbbi işlemlerin, biri uzman olmak kaydıyla iki hekim tarafından yapılması gerektiğini düzenlemiştir. Bu doğrultuda, uzmanlık gerektiren tıbbi müdahalelerin zorunluluk hali dışında uzman olmayan kişilerce gerçekleştirilmesi hukuka aykırı kabul edilmektedir.
bazı özel düzenlemeler (örneğin 1593 ve 7402 sayılı yasalar) istisna teşkil etmekte ve rıza aranmaksızın tıbbi müdahalenin yapılabileceği durumları düzenlemektedir. Bu tür müdahalelerde hekimin hukuki sorumluluktan muaf olması, ilgili kanun hükmünü (görevi) yerine getirmesiyle açıklanmakta ve bu bağlamda fiilin hukuka uygun sayılması gerektiği kabul edilmektedir. Bu yükümlülükler; 1593 sayılı Umumi Hıfzıssıhha Kanunu’nun 67, 72, 88, 101 ve 119. maddeleri; 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun’un 82/3. maddesi; ayrıca Tıbbi Deontoloji Nizamnamesi’nin 3. maddesi gibi mevzuat hükümlerine dayanmaktadır.
Genel ilke olarak, tıp mesleği tedavi etme ya da koruyucu sağlık hizmeti sunma amacıyla icra edilmelidir. Anayasa’nın 17/2. maddesi de, kişinin vücut bütünlüğüne ancak tıbbi zorunluluk veya kanunda öngörülen hâller çerçevesinde müdahale edilebileceğini açıkça belirtmektedir. Bu nedenle, tıbbi amaç taşımayan müdahaleler, hekim tarafından gerçekleştirilmiş olsa dahi, hukuka aykırı sayılır. Bununla birlikte, bazı özel yasa hükümleri uyarınca tedavi amacı dışında yapılan müdahaleler de hukuka uygun kabul edilmektedir. Örneğin; 5624 sayılı Kanun kapsamında gerçekleştirilen kan bağışı işlemleri, 2238 sayılı Kanun çerçevesindeki organ ve doku nakilleri, 2827 sayılı Nüfus Planlaması Kanunu ve Türk Ceza Kanunu’nun 99 ila 101. maddelerinde düzenlenen kürtaj, çocuk düşürme ve kısırlaştırma işlemleri de tıbbi girişim kapsamında değerlendirilmekte ve bu işlemler hem mesleğin icrası hem de bireyin rızasına dayalı olarak meşru kabul edilmektedir.
Bunlara ek olarak, estetik amaçla yapılan müdahaleler ile adli muayene işlemleri de, tıp biliminin kurallarına uygun olarak gerçekleştirildiği sürece hukuka uygunluk taşır. Adli muayeneler, yasal görev kapsamında; estetik işlemler ise bireyin rızasına dayalı olarak, tıp mesleğinin icrası kapsamında değerlendirilmelidir.
Yetkisi olmayan kişiler tarafından gerçekleştirilen tıbbi uygulamaların ceza hukuku bakımından değerlendirilmesi ise failin kast ya da taksir derecesine göre şekillenir. Bu tür eylemler, olayın niteliğine bağlı olarak bilinçli taksirle ya da olası kastla yaralama veya öldürme suçlarını oluşturabilir. Diş hekimliği alanındaki yetkisiz müdahaleler ise özel olarak 1219 sayılı Kanun’un 41. maddesi kapsamında ayrıca cezai yaptırıma tabi tutulmuştur.
İLGİLİNİN RIZASI
1. Genel Değerlendirme
Türk Ceza Kanunu’nun 26/2. maddesi uyarınca, rıza bir hukuka uygunluk sebebi olarak kabul edilmiştir. İlgili hükümde şu ifadeye yer verilmiştir:
“Kişinin üzerinde mutlak surette tasarruf edebileceği bir hakkına ilişkin olmak şartıyla, açıklamış olduğu rıza çerçevesinde işlenen fiilden dolayı kimseye ceza verilmez.”
Buna göre, kişinin bir fiile onay vermesi, her durumda söz konusu eylemi hukuka uygun hâle getirmemektedir. Rızanın geçerli olabilmesi için, bu onayın mutlaka bireyin mutlak tasarruf yetkisine sahip olduğu bir hakka yönelik olması gerekir.
Her ne kadar Ceza Kanunu’nda rıza, genel bir hukuka uygunluk nedeni olarak açıkça düzenlenmişse de, ceza mevzuatının çeşitli özel hükümlerinde de rızaya yer verildiği görülmektedir. Örneğin, (TCK 116 ). maddede düzenlenen konut dokunulmazlığının ihlali suçunda, konuta girilmesinin hukuka aykırı sayılabilmesi için bu fiilin konut sahibinin rızasına aykırı şekilde gerçekleşmiş olması aranmaktadır.
Rızaya Dayalı Hukuka Uygunluk İçin Gerekli Şartlar
A. Rıza Açıklamaya Ehliyet
Bir kişinin rızasının hukuken geçerli kabul edilebilmesi için, hem bu irade beyanını yapma ehliyetine sahip olması hem de söz konusu hakkın sahibi konumunda bulunması gereklidir. Türk Medeni Kanunu’nun 8. maddesi doğrultusunda, herkes hak ehliyetine sahiptir. Ancak, rızaya konu olan hakka sahip olmayan bir bireyin onay beyanı, hukuk düzeni açısından geçersiz sayılır. Şayet bir mal üzerinde ortak mülkiyet söz konusuysa, tüm ortakların oybirliği ile rıza göstermesi gereklidir. Tüzel kişiler adına yapılacak rıza beyanları ise yalnızca yetkili temsilcileri aracılığıyla geçerlilik kazanır.
Gerçek kişiler açısından değerlendirildiğinde, kişinin rıza açıklamaya yetkili olabilmesi için asgari koşul, ayırt etme gücüne (temyiz kudretine) sahip olmasıdır. Ancak burada tartışma konusu olan nokta, bu yetkinin yalnızca temyiz kudretine dayanarak mı yoksa reşitlik (erginlik) koşuluyla mı kazanılacağıdır. Öğretide ağırlıklı görüş, ayırt etme gücüne sahip herkesin rıza beyanında bulunabileceğini kabul etmektedir. Bununla birlikte, eğer kanun özel bir konuda rıza beyanı için belli bir yaş şartı getirmişse, bu yaş sınırının esas alınması zorunludur.
Türk Ceza Kanunu’nun 31. maddesinin ikinci fıkrasında, 15 yaşını doldurmamış çocukların cezai sorumluluklarının değerlendirilmesi gerektiği belirtilmiş, buna karşılık 15 yaşını doldurmuş bireyler için böyle bir zorunluluk öngörülmemiştir. Yargıtay uygulamasında da 15 yaşını tamamlayan bireylerin temyiz kudretine sahip oldukları yönünde karine kabul edilmektedir. Özellikle Yargıtay 5. Ceza Dairesinin TCK 109 kapsamında verdiği kararlarda, 15 yaşını dolduran bireylerin verdikleri rızanın hukuken geçerli olduğu yönünde içtihatlar bulunmaktadır. Aynı yaklaşım, Yargıtay Ceza Genel Kurulu tarafından da benimsenmiştir.
Bununla birlikte, bazı özel durumlarda küçüklerin tek başına rıza beyanları yeterli görülmeyip, kanuni temsilcilerinin de (veli ya da vasi) onayının alınması zorunlu hale gelmektedir. Örneğin, çocuklar üzerinde yapılacak bilimsel araştırmalarda, yalnızca çocuğun değil, aynı zamanda ebeveynlerinden ya da vasisinden yazılı onam alınması gerektiği Türk Ceza Kanunu’nun 90/3-b maddesinde açıkça hüküm altına alınmıştır.
Kişinin Mutlak Tasarruf Yetkisine Sahip Olduğu Hakların Mevcudiyeti
Hukuk sistemimizde bireylerin her hakları üzerinde sınırsız şekilde tasarruf yetkisine sahip oldukları kabul edilmemektedir. Bu nedenle, yalnızca kişi üzerinde mutlak biçimde tasarruf edebileceği haklara dair rıza açıklamalarının, hukuka uygunluk sebebi oluşturabileceği kabul edilmiştir. Diğer bir ifadeyle, bireyin üzerinde mutlak yetki sahibi olmadığı haklara yönelik olarak verdiği rıza, hukuken geçerli bir hukuka uygunluk nedeni teşkil etmez.
Bireyin Mutlak Tasarruf Yetkisine Sahip Olmadığı Haklar
aa. Yaşam Hakkı:
Kişinin üzerinde sınırsız tasarrufta bulunamayacağı hakların başında yaşam hakkı gelir. Bir birey, yaşama hakkından feragat ettiğini ifade etse dahi, bu beyan hukuk düzeni bakımından geçerli bir irade açıklaması olarak değerlendirilemez. Dolayısıyla, örneğin, ölümle sonuçlanacağı bilinen bir deney ya da tehlikeli bir spor faaliyetine katılmak için açıkça izin veren bir kişinin bu rızası, faile karşı hukuka uygunluk sağlamaz. Böyle bir durumda, söz konusu faaliyeti gerçekleştiren kişi, kasten öldürme suçundan sorumlu tutulur. Bu kapsamda, intihara teşvik veya yardım suçu da TCK 84 uyarınca cezalandırılmış, bireyin ölüm arzusuna dayalı irade beyanı geçerli kabul edilmemiştir.
Ötenazi, yani bireyin dayanılmaz acılar çektiği ve ölüm sürecinin tıbben geri döndürülemez olduğu durumlarda, kendi özgür iradesiyle hekim eliyle hayatına son verilmesi, Türk Hukuku’nda hukuka uygunluk nedeni olarak kabul edilmemektedir. Ancak, beyin ölümü gerçekleştiği için tıbben ölmüş kabul edilen ve yalnızca yapay yaşam destek sistemleriyle dolaşımı sürdürülen kişilerin cihazlardan ayrılması ötenazi kapsamında değerlendirilmez.
Hasta Hakları Yönetmeliği’nin 24. maddesi, hastanın tedaviye ilişkin rızasını her zaman geri çekebileceğini, yani tedaviyi reddedebileceğini hüküm altına almıştır. Bununla birlikte, aynı maddenin son fıkrası, tıbbî müdahale başlatıldıktan sonra rızanın geri alınabilmesini, tıbbî açıdan sakınca doğurmaması koşuluna bağlamıştır.
Devlete Karşı İşlenen Suçlarda Rızanın Etkisi
Bir suçun mağduru devlet olduğunda, fiil, ilgili gerçek kişinin rızasıyla gerçekleştirilmiş olsa dahi suç vasfını yitirmez. Bu tür durumlarda bireysel rıza, eylemi hukuka uygun hale getirmez. Örneğin, bir iftira suçuna ilişkin yargılamada, mağdurun, suç isnadından kurtarmak amacıyla yalancı tanıklık yapacak kişiye rıza göstermesi, yalan tanıklık eyleminin suç sayılmasına engel teşkil etmez. Zira burada korunması gereken hukuki değer, sadece bireysel menfaat değil, kamusal düzen ve adaletin tesisi olduğundan, mağdurun onayı fiili meşrulaştırmaz.
Kişinin Mutlak Surette Tasarruf Edebileceği Haklar
aa. Kişi Özgürlüğü Hakkı:
Genel kural olarak bireyin özgürlük hakkı, üzerinde mutlak tasarruf yetkisine sahip olduğu haklar arasında değerlendirilir. Dolayısıyla, özgürlüğün geçici olarak sınırlandırılmasına ilişkin açık irade beyanı hukuken geçerli sayılır ve bu çerçevede gerçekleştirilen eylemler hukuka uygun kabul edilir. Örneğin, bir kişinin rızasıyla başka birinin evinde bir süreliğine kalması ya da rekor denemesi amacıyla gönüllü olarak bir hücrede kapalı kalması gibi durumlarda, bu eylemleri gerçekleştiren kişiler cezai sorumlulukla karşılaşmaz. Ancak, kişinin tümüyle özgürlüğünden feragat etmesini ve kendisini esir konumuna düşüren bir irade beyanını hukuk sistemi tanımaz. Böyle bir irade açıklamasına dayanan eylemler suç teşkil eder. Nitekim TMK 23/2. bireyin özgürlüğünden feragat edemeyeceğini ve bu hakkını ahlaka ya da hukuk düzenine aykırı biçimde sınırlayamayacağını açıkça ifade etmektedir.
- Cinsel Özgürlük Hakkı:
Kişinin cinsel davranışlarını özgürce belirleyebilme yetkisi, üzerinde mutlak surette tasarruf edebileceği haklardan biri olarak kabul edilir. Bu bağlamda, bireyin cinsel tercih ve eylemleri kendi rızası çerçevesinde gerçekleştiğinde, genel olarak hukuka uygunluk kapsamında değerlendirilir. Ancak bu hak, sınırsız değildir. Bireyin cinsel özgürlüğünden tamamen feragat ettiğini ifade eden ya da hukuka ve genel ahlaka aykırı biçimde herkesle cinsel ilişki kuracağını beyan eden irade açıklamaları, hukuk düzeni tarafından korunmaz. Bu tür rızaya dayalı fiiller, ceza hukuku bakımından da suç teşkil eder. Nitekim, TCK 227 uyarınca, fuhuş amacıyla kadın temin edilmesi fiili açıkça suç olarak düzenlenmiş ve fuhuşa rıza gösteren kadının iradesi hukuki meşruiyet sağlamamıştır. - Vücut Bütünlüğü Hakkı:
Her ne kadar vücut bütünlüğü, kural olarak bireyin mutlak tasarrufunda olmayan bir hak olsa da, belirli sınırlar içinde bu hak üzerinde tasarruf edilebileceği yönünde görüşler mevcuttur. Genel ilke, bireylerin beden bütünlüğüne zarar veren eylemlere rıza gösteremeyecekleri yönündedir. Bu nedenle, bu yöndeki rıza beyanları geçersiz kabul edilmekte ve bu tür rızaya dayanarak gerçekleştirilen fiiller suç oluşturmaktadır. Ancak, beden bütünlüğüne verilen zararın hafif ve önemsiz nitelikte olması durumunda, bireyin rızasının hukuken geçerli sayılabileceği görüşü öğretide ağırlık kazanmıştır. Bu kapsamda değerlendirme yapılırken, eylemin ağırlığı ve yaralamanın niteliği esas alınmalıdır. Örneğin, sadece basit tıbbi müdahaleyle iyileştirilebilecek bir bıçak yaralanmasına mağdurun rıza göstermesi hâlinde, ilgili fiilin hukuka uygunluğu kabul edilebilir. - Malvarlığı Hakları:
Bireyin malvarlığı üzerindeki hakları, mutlak tasarruf yetkisine konu olan haklar arasında yer almaktadır. Bu nedenle, malvarlığına yönelik fiillere ilişkin olarak bireyin açık rıza beyanı, yapılan eylemin hukuka uygun sayılmasını sağlar. Örneğin, bir kişinin malının ücretsiz alınmasına ya da mülkiyetine konu eşyasının kırılıp zarar görmesine rıza göstermesi hâlinde, bu eylemler suç teşkil etmez. Ancak bu durumun istisnası, eylemin genel ahlaka veya hukuk düzenine açıkça aykırı bir içerik taşıması hâlidir. Böyle bir durumda rıza, eylemi hukuka uygun hale getirmez. - Şeref ve İtibar Hakı:
Kişinin onuruna ve saygınlığına ilişkin haklar da esasen bireyin mutlak tasarruf yetkisi içinde değerlendirilebilir. Bir kimsenin, kendi şerefine yönelik bir fiile önceden rıza göstermesi, genel kural olarak bu eylemi hukuka uygun kılar. Bununla birlikte, rıza beyanı eğer genel ahlaka aykırı nitelikteyse ya da bireyin şeref hakkından tamamen veya büyük ölçüde vazgeçtiğini ortaya koyuyorsa, bu durumda açıklanan rızanın geçerliliği kabul edilmez. - Rıza Beyanı
Bir rızanın geçerli sayılabilmesi için, kişinin bu beyanı özgür iradesiyle açıklamış olması gerekir. Zorlama, tehdit, cebir ya da hile gibi yollarla oluşturulan irade beyanları, rıza olarak değerlendirilemez ve hukuki geçerlilik taşımaz. Eğer bir hak birden fazla kişiye aitse, bu hakkı ilgilendiren fiile yönelik rıza, tüm hak sahipleri tarafından oy birliğiyle ve aynı doğrultuda verilmelidir.
Rıza gösterme yetkisi, şahsa sıkı sıkıya bağlı haklarla ilgili olduğundan, kural olarak doğrudan hak sahibi tarafından kullanılmalıdır. Bununla birlikte, istisnai olarak bu rızanın temsilci aracılığıyla açıklanması da mümkündür.
Rıza, suça konu fiilin işlenmesinden önce ya da en geç fiilin icra hareketleri sırasında verilmiş olmalıdır. Eylem gerçekleştirilmekte iken verilen rıza, o ana kadar gerçekleşmiş fiiller açısından geçerli sayılmaz. Aynı şekilde, fiil tamamlandıktan sonra gösterilen rıza ya da onay anlamına gelen icazet, suçu ortadan kaldırmaz ve eylemi hukuka uygun hale getirmez.
Rıza beyanı açık bir ifadeyle ortaya konulabileceği gibi, örtülü yani zımni biçimde de anlaşılabilir. Bu rızanın sözlü ya da yazılı olması arasında hukuki geçerlilik açısından fark yoktur. Esas olan, olayın koşullarına göre kişinin iradesinin rıza anlamına gelecek biçimde ortaya konmuş olup olmadığının saptanabilmesidir.
Rızanın Konusu
Bir hak üzerinde mutlak tasarruf yetkisi bulunsa dahi, bu hakka yönelik rıza beyanının geçerli olabilmesi için, açıklamanın içeriğinin hukuk düzenine ve genel ahlak kurallarına aykırı olmaması gerekir. Rıza, hukuka veya ahlaka aykırı biçimde kullanılacak bir hakka dair verildiğinde, bu irade açıklaması geçerli sayılmaz ve buna dayanılarak gerçekleştirilen fiiller de suç niteliği taşır.
Örneğin, kişi emeği üzerinde tasarruf hakkına sahip olsa da, bu hakkını sınırsız biçimde devrederek, angarya teşkil edecek şekilde uzun süreli ya da süresiz çalışmayı kabul etmesi hukuken geçerli bir irade beyanı sayılmaz. Bu tür bir rıza, hem emek sömürüsüne kapı aralayacağı hem de insan onuruyla bağdaşmayacağı için geçersizlikle sonuçlanır.
Yargıtay Kararları:
YARGITAY CEZA GENEL KURULU E. 2023/9-544 K. 2024/38 T. 24.1.2024 • CİNSEL TACİZ SUÇU ( Her Ne Kadar Yerel Mahkemece Sanığın Cinsel Taciz Suçundan Mahkûmiyetine Karar Verilmiş İse de 15 Yaşını Bitirmiş Olayları Algılama ve Davranışlarını Yönlendirme Yeteneği Gelişmiş Olan Mağdurenin Rızası Dahilinde Sanık İle Cinsel İçerikli Konuşma Yaptığının Anlaşılması Hukuken Geçerli Bulunan Rızanın Fiili Suç Olmaktan Çıkacağı Bu Şekilde Sanığa Atılı Suçun Unsurları İtibarıyla Oluşmadığının Kabulü Gerektiği ) RIZA İLE CİNSEL İLİŞKİYE GİRİLMESİ ( Mahkemece Sanığın Cinsel Taciz Suçundan Mahkûmiyetine Karar Verilmiş İse de 15 Yaşını Bitirmiş Olayları Algılama ve Davranışlarını Yönlendirme Yeteneği Gelişmiş Olan Mağdurenin Rızası Dahilinde Sanık İle Cinsel İçerikli Konuşma Yaptığının Anlaşılması Hukuken Geçerli Bulunan Rızanın Fiili Suç Olmaktan Çıkacağı Bu Şekilde Sanığa Atılı Cinsel Taciz Suçunu Unsurları İtibarıyla Oluşmadığı )
YARGITAY CEZA GENEL KURULU E. 2021/14-264 K. 2023/704 T. 26.12.2023 • KİŞİYİ HÜRRİYETİNDEN YOKSUN KILMA SUÇU ( Sanıkların Mağdurların Dışarıda Zarar Görmemeleri İçin Arabalarında Kalmalarına İzin Verdikleri Kendilerinin de Mağdurlarla Birlikte Aynı Arabada Kaldıklarının Kabul Edildiği/Mağdurların Kendi Özgür İradeleri İle Serbestçe Hareket Etme Haklarına Yönelik Gerçekleştirilen Eylemle İlgili Gösterdikleri Rızanın Suç Bakımından Bir Hukuka Uygunluk Nedeni Olarak Kabul Edilemeyecek Nitelikte Bulunması Karşısında Sanığın Eyleminin Kişiyi Hürriyetinden Yoksun Kılma Suçunu Oluşturduğunun Kabulü Gerektiği ) • MAĞDURUN RIZASININ HUKUKA UYGUNLUK NEDENİ SAYILMAMASI ( Kişiyi Hürriyetinden Yoksun Kılma Suçu – Suçun Temel Şekli İçin Saik Aranmaması ve Suç Tarihi İtibarıyla Henüz On Beş Yaşını Tamamlamayan Mağdurların Kendi Özgür İradeleri İle Serbestçe Hareket Etme Hakkının Niteliği İtibarıyla Üzerinde Mutlak Surette Tasarrufta Bulunabilecekleri Bir Hak Olmadığı/Eylemle İlgili Gösterilen Rıza Suç Bakımından Hukuka Uygunluk Nedeni Olarak Kabul Edilemeyecek Olup Sanığın Eyleminin Kişiyi Hürriyetinden Yoksun Kılma Suçunu Oluşturduğu ) • SUÇUN HENÜZ ON BEŞ YAŞININ TAMAMLAMAYAN MAĞDURA YÖNELİK İŞLENMESİ ( Sanığın Kişiyi Hürriyetinden Yoksun Kılma Suçunu Olay Tarihi İtibarıyla Henüz On Beş Yaşının Tamamlamayan Mağdurlara Yönelik Olarak İşlediği/Sanık Hakkında TCK’nun 109. Md.sinin 3. Fıkrasının F Bendinin Uygulanması Gerektiği )
YARGITAY CEZA GENEL KURULU E. 2021/8-428 K. 2023/635 T. 29.11.2023 • KİŞİYİ HÜRRİYETİNDEN YOKSUN KILMA ( Suçun Temel Şeklinin Oluşumu İçin Özel Kast Aranmaması ve Suç Tarihi İtibarıyla Henüz On Beş Yaşını Tamamlamayan Mağdurun Kendi Özgür İradesi İle Serbestçe Hareket Etme Hakkı Niteliği İtibarıyla Üzerinde Mutlak Surette Tasarrufta Bulunabileceği Bir Hak Olmadığından Bu Hakkının İhlaline Yönelik Olarak Gerçekleştirilen Eylemle İlgili Gösterdiği Rızanın Kişiyi Hürriyetinden Yoksun Kılma Suçu Bakımından Bir Hukuka Uygunluk Nedeni Olarak Kabul Edilemeyecek Nitelikte Olduğu ) • SUÇTA HATA ( Bilerek ve İstenerek Gerçekleştirilen Suça Konu Eylem Nedeniyle Kişiyi Hürriyetinden Yoksun Kılma Suçunun Unsurları İtibarıyla Oluştuğunun Ancak Mağdura Karşı Herhangi Bir Cinsel Davranışı Bulunmayan ve Ortaokul Mezunu Olan Suça Sürüklenen Çocuğun Bilgi Düzeyi Gördüğü Eğitim İçinde Bulunduğu Sosyal ve Kültürel Çevre Koşulları Göz Önünde Bulundurulduğunda İşlediği Fiilin Haksızlık Oluşturduğu Konusunda Kaçınılmaz Bir Hataya Düştüğünün Kabul Edilmesi Gerektiği ) • RIZA ( Kişiyi Hürriyetinden Yoksun Kılma – Suç Tarihi İtibarıyla Henüz On Beş Yaşını Tamamlamayan Mağdurun Kendi Özgür İradesi İle Serbestçe Hareket Etme Hakkı Niteliği İtibarıyla Üzerinde Mutlak Surette Tasarrufta Bulunabileceği Bir Hak Olmadığından Bu Hakkının İhlaline Yönelik Olarak Gerçekleştirilen Eylemle İlgili Gösterdiği Rızanın Kişiyi Hürriyetinden Yoksun Kılma Suçu Bakımından Bir Hukuka Uygunluk Nedeni Olarak Kabul Edilemeyecek Nitelikte Olduğu )
YARGITAY 6. CD. E. 2021/14853 K. 2022/10258 T. 29.6.2022 • KONUT DOKUNULMAZLIĞININ İHLALİ SUÇU ( Katılan Mağdur Suç Tarihi İtibariyle Evli Olduğu Eşinin İşten İzin Alıp Eve Geldiğini Hemen Arkasından da Sanığın Evlerine Geldiğini Eşiyle İlişkisi Olduğunu Güvenlik Kamerası Kayıtlarını İbraz Edeceğini Beyan İle Sanıktan Şikayetçi Olduğu – Daire Olarak Katılan Mağdurun Olay Tarihi İtibariyle Resmi Nikahlı Eşinin Rızasının Meşru Bir Amaca Yönelik Olmadığının Kabul Edileceği ) • ZİNCİRLEME SUÇ ( Konut Dokunulmazlığının İhlali Suçu – Sanığın Üç Farklı Tarihte Katılan Mağdurun Konut Dokunulmazlığını İhlâl Suçlarını Üç Kez İşlediği Sübuta Ermiş İse de Bir ( Aynı ) Suç İşleme Kararı Kapsamında Aynı Suçun Aynı Mağdura Karşı Değişik Zamanlarda İşlenmesi Hâli Söz Konusu Olduğundan Sanık Hakkında Gerçek İçtima Hükümlerinin Uygulanması Yerine Zincirleme Suç Hükümleri Uyarınca Bir Ceza Verileceği ) • GECE VAKTİ ( Konut Dokunulmazlığının İhlali Suçu – Sanığın Saat: 20.15’de Binadan Çıktığı Yaz Saati Uygulaması da Gözetilerek Olay Yerinde Güneşin 19.02’de Battığının Anlaşılması Karşısında Suçun Gece Sayılan Zaman Dilimi İçerisinde İşlendiğinin Kabul Edileceği ) • MEŞRU AMACA YÖNELİK OLMAYAN RIZA ( Katılan Mağdur Suç Tarihi İtibariyle Evli Olduğu Eşinin İşten İzin Alıp Eve Geldiğini Hemen Arkasından da Sanığın Evlerine Geldiğini Eşiyle İlişkisi Olduğunu Güvenlik Kamerası Kayıtlarını İbraz Edeceğini Beyan İle Sanıktan Şikayetçi Olduğu – Katılan Mağdurun Olay Tarihi İtibariyle Resmi Nikahlı Eşinin Rızasının Meşru Bir Amaca Yönelik Olmadığı/Konut Dokunulmazlığının İhlali Suçu ) • EK SAVUNMA HAKKI ( Konut Dokunulmazlığının İhlali Suçu – Katılan Mağdur Suç Tarihi İtibariyle Evli Olduğu Eşinin İşten İzin Alıp Eve Geldiğini Hemen Arkasından da Sanığın Evlerine Geldiği Belirterek Şikayetçi Olduğu/Sanığa 5271 S. CMK’nın 226. Md. Uyarınca Ek Savunma Hakkı da Verildikten Sonra Zincirleme Olarak İşlenen Nitelikli Konut Dokunulmazlığının İhlâli Suçundan TCK’nın 116/4 ve 43/1. Md. Uyarınca Cezalandırılacağı )
YARGITAY CEZA GENEL KURULU E. 2019/15-552 K. 2022/192 T. 22.3.2022 • MALA ZARAR VERME SUÇU ( İzinsiz Dut Ağacının Kesilmesi/Olay Tarihi İtibarıyla Taşınmazların Kime veya Kimlere Ait Olduğu Araştırılıp Taşınmaz Üzerinde Bulunan Bütünleyici Parça Niteliğindeki Ağacın Taşınmazın Arzından Ayrı Bir Mülkiyet Hakkına Konu Olamayacağı da Dikkate Alınarak Sonucuna Göre TCK 26/2 Maddesinde Düzenlenen Hukuka Uygunluk Nedeninin Bulunup Bulunmadığının Belirlenmesi Gerektiği Gözetilmeden Eksik Araştırma İle Karar Verildiği ) • 75 YAŞINDAKİ 3 ADET DUT AĞACINI KATILANDAN İZİN ALMADAN KESME ( Mala Zarar Verme – Dosya Kapsamında Yer Alan Fotoğraflar ve Kolluk Tarafından Düzenlenen Olay Yeri Basit Krokisi de Göz Önünde Bulundurulmak Suretiyle Söz Konusu Ağaçların Söküldükleri Yerlerin Hangi Taşınmaz veya Taşınmazlar İçinde Bulunduğuna İlişkin Kadastro Bilirkişisinden Yeniden Rapor Alınarak Bu Hususun Tespit Edilmeye Çalışılması Gereği ) • HAKKIN KULLANILMASINDA RIZA ( 75 Yaşındaki 3 Adet Dut Ağacını Katılandan İzin Almadan Kesme/Mala Zarar Verme – Olay Tarihi İtibarıyla Taşınmazların Kime veya Kimlere Ait Olduğu Araştırılıp Taşınmaz Üzerinde Bulunan Bütünleyici Parça Niteliğindeki Ağacın Taşınmazın Arzından Ayrı Bir Mülkiyet Hakkına Konu Olamayacağı da Dikkate Alınarak Sonucuna Göre TCK 26/2 Maddesinde Düzenlenen Hukuka Uygunluk Nedeninin Bulunup Bulunmadığının Belirlenmesi Gerektiği )
YARGITAY CEZA GENEL KURULU E. 2018/8-200 K. 2021/156 T. 20.4.2021 • KASTEN YARALAMA ( Eylemin Ateşli Silah İle Yakın Mesafeden Ateş Edilmek Suretiyle İşlenmiş Olması ve Katılandaki Yaralanmanın Boyutu Dikkate Alındığında Yerel Mahkemece “Suçun İşleniş Biçimi Suçun İşlendiği Zaman ve Yer Suç Konusunun Önem ve Değeri Failin Kastının Ağırlığı” Göz Önünde Bulundurularak Temel Cezanın 2 Yıl Hapis Olarak Belirlenmesinde İsabetsizlik Bulunmadığı ) • YAKIN MESAFEDEN ATEŞ EDİLMESİ ( Katılanın Yaralanmasının Basit Tıbbi Müdahale İle Giderilemez Nitelikte Olduğu/Katılandaki Yaralanmanın Boyutu Dikkate Alındığında Yerel Mahkemece “Suçun İşleniş Biçimi Suçun İşlendiği Zaman ve Yer Suç Konusunun Önem ve Değeri Failin Kastının Ağırlığı” Göz Önünde Bulundurularak Temel Cezanın 2 Yıl Hapis Olarak Belirlenmesinde İsabetsizlik Bulunmadığı – Kasten Yaralama ) • HAKSIZ TAHRİK ( Olay Tarihi İtibarıyla Onbeş Yaşını Bitirmemiş Olduğundan Rızası Geçerli Olmayan Tanığa Karşı Katılan Tarafından Gerçekleştirilen Cinsel Davranışların Sanık Lehine TCK’nın 29. Maddesi Kapsamında Tahrik Hükmünün Uygulanmasını Gerektiren Haksız Bir Davranış Olduğunun ve Sanığın Katılandan Kaynaklanan Bu Haksız Fiilin Oluşturduğu Hiddetin Etkisi Altında Hareket Ederek Silahla Kasten Yaralama Suçunu İşlediğinin Kabulü Gerektiği )
YARGITAY 16. CEZA DAİRESİ E. 2019/4733 K. 2020/509 T. 17.1.2020 • 2911 SAYILI KANUNA AYKIRILIK SUÇU ( Protestocu Gurubun Kamp İçerisinde Bir Süre Görevlilerin Denetim ve Kontrolü Altında Yürüyerek Yapılan Uyarı Üzerine Olaysız Dağıldığı – Eylemlerin Toplantı ve Gösteri Yürüyüşü Hakkı Kapsamında Kaldığı/Hukuka Uygunluk Nedeni Olarak Hakkın Kullanılması Nedeniyle Beraatlerine Karar Verilmesi Gerektiği ) • KANUNA AYKIRI TOPLANTI VEYA GÖSTERİ YÜRÜYÜŞÜ DÜZENLEMEK ( Sanıkların Eylemlerinin Kanuna Aykırı Toplantı veya Gösteri Yürüyüşünü Düzenlemek Yönetmek ya da Bu Toplantı veya Yürüyüşü Düzenleyen ve Yönetenlerden Olmamakla Birlikte Bizzat Toplantı ve Yürüyüşte Hazır Bulunarak Bu Kişilerin Hareketlerine Katılmak Kapsamında Değerlendirilemeyeceği ) • İFADE ÖZGÜRLÜĞÜ ( 2911 Sayılı Kanuna Aykırılık – Protestocu Gurubun Kamp İçerisinde Bir Süre Görevlilerin Denetim ve Kontrolü Altında Yürüyerek Yapılan Uyarı Üzerine Olaysız Dağıldığı/Eylemlerinin İfade Özgürlüğünün Kolektif Bir Açıklama Yöntemi Olan Toplantı ve Gösteri Yürüyüşü Hakkı Kapsamında Kaldığı ) • HAKKIN KULLANILMASI ( Eylemlerin İfade Özgürlüğünün Kolektif Bir Açıklama Yöntemi Olan Toplantı ve Gösteri Yürüyüşü Hakkı Kapsamında Kaldığı Nazara Alınarak Bir Hukuka Uygunluk Nedeni Olarak Hakkın Kullanılması Nedeniyle Sanıkların Beraatlerine Karar Verilmesi Gerektiği)
YARGITAY 4. CD. E. 2019/4105 K. 2019/20008 T. 18.12.2019 • TEHDİT ( Sanığın Kızını Tedavi İçin Getirdiği Hastanede Asansörlerin Çalışmaması ve Tuvaletlerin Kapalı Olması Nedeniyle Şikayetçi Olmak İçin Gittiği Hastane Müdürü Olan Katılana Hitaben “Senin Adın Ne Sana Göstereceğim” Dediği – Sözlerin Şikayet Hakkının Kullanılması Kapsamında Söylendiğinden TCK’nın 26/1. Md. Düzenlenen “Hakkın Kullanılması” Kapsamında Hukuka Uygunluk Nedeninin Bulunduğu ) • “HAKKIN KULLANILMASI” HUKUKA UYGUNLUK NEDENİ ( Tehdit – Sanığın Kızını Tedavi İçin Getirdiği Hastanede Asansörlerin Çalışmaması ve Tuvaletlerin Kapalı Olması Nedeniyle Şikayetçi Olmak İçin Gittiği Hastane Müdürü Olan Katılana Hitaben “Senin Adın Ne Sana Göstereceğim” Dediği/Dairemizin Yerleşmiş İçtihatlarına Göre Anılan Sözlerin Şikayet Hakkının Kullanılması Kapsamında Kaldığı ) • ŞİKAYET HAKKI ( Tehdit – Sanığın Kızını Tedavi İçin Getirdiği Hastanede Asansörlerin Çalışmaması ve Tuvaletlerin Kapalı Olması Nedeniyle Şikayetçi Olmak İçin Gittiği Hastane Müdürü Olan Katılana Hitaben “Senin Adın Ne Sana Göstereceğim” Dediği/TCK’nın 26/1. Md. Düzenlenen “Hakkın Kullanılması” Kapsamında Hukuka Uygunluk Nedeninin Bulunduğundan Beraat Kararı Verilmesi Gerektiği )